3 Aralık’ın adı hâlâ birçok yerde “kutlama” gibi dolaşıyor. Sanki bir hediye paketi açılacak, bir pastanın mumu üflenecek. Bazıları da işi iyice yüzeyselleştirip otizmli çocuğa “Engelliler Günün kutlu olsun” diyecek kadar pedagojik körlüğün dibine vuruyor. Bu sadece cehalet değil, aynı zamanda incitici, aşağılayıcı ve eğitim kurumuna yakışmayan bir yaklaşım.
Çünkü 3 Aralık, engelli bireylerin kutladığı bir gün değildir. Bu gün, engelli olmayanların yüzüne tutulmuş bir aynadır. Yetersizlik, kusur ya da acziyet onların değil; erişilebilirliği, anlayışı ve insani duyarlılığı hâlâ öğrenemeyen bizlerindir.
Sorun çocuklarımızda değil, onları etiketleyip rahatlayan kafalarda. Çocuğun eğitim hakkını gözetmek yerine sınıfa “farklı” damgası vuran, anne babaya ince ayar vermeye çalışan, engelliler gününü de bir PR fırsatına çeviren anlayışta.
Eğitim ortamı, etiketin değil insanın görüldüğü yerdir. Okulun görevi çocuğa kartpostal diliyle gün kutlamak değil; ortamı onların ihtiyaçlarına göre düzenlemek, onları olduğu gibi kabul etmek ve topluma eşit katılımını sağlamak için çalışmaktır. Engelliler Günü tam da bu eksikliği hatırlatmak içindir: Biz neyi hâlâ yapmıyoruz? Nerede hâlâ tıkanıyoruz? Hangi kapıları hâlâ kapalı tutuyoruz?
“Engelliler Günü kutlu olsun” gibi bir saçmalık var. Bu günün kutlanacak yanı yok. Ama anlamak, yüzleşmek, dönüştürmek zorunda olduğumuz bir yanı çok.
3 Aralık, engelli bireyler için değil; empati özürlü, pedagojiden nasibini almamış, erişilebilirlik kavramını hâlâ duymamış olanlar için bir hatırlatma günüdür.
Kutlama değil, farkına varma günü. Çünkü engel onların değil; bizim bakışımızda.