Manav tezgâhında sıradan bir meyve gibi durur. Oysa bazen bir portakal, bir ülkenin ekonomik fotoğrafından çok daha fazlasını anlatır. Özellikle de kirli, nasırlı ellerin arasında tutuluyorsa…

Vardiya yemeğinden kalan portakalı cebine koyup çocuğuna götüren bir babanın ne hissettiğini anlayabilmek, masa başında hazırlanan raporlardan, grafiklerden çok daha fazlasını gerektirir. O an, bir baba sadece portakal taşımaz; eve götüremediği etin, sütün, meyvenin mahcubiyetini de taşır.
Asgari ücret, kâğıt üzerinde bir rakamdır. Ama hayatta karşılığı; eksik kalan mutfak filesi, ertelenen okul masrafı, her ay biraz daha büyüyen borç defteridir. Bir çocuğun “baba alır mıyız?” sorusuna verilen suskun cevaptır.
Bugün asgari ücreti belirleyenler, çoğu zaman enflasyonu, bütçe disiplinini, piyasa dengelerini konuşuyor. Peki, bir işçinin eve dönerken cebine koyduğu tek meyvenin çocuğuna umut olup olmadığını hiç düşünüyorlar mı?
O baba, portakalı uzatırken gülümsemeye çalışır. Çünkü baba olmak, yokluğunu göstermemeyi gerektirir. Ama o gülümsemenin ardında, “daha fazlasını hak ediyorduk” duygusu saklıdır.
Bu ülkede sorun, çalışmamak değil; çalıştığı hâlde geçinememektir. Sabahın karanlığında evden çıkan, akşam yorgun argın dönen insanların tek beklentisi lüks değil; insanca bir yaşamdır.
Asgari ücret, adı gibi asgari olamaz.
Çünkü insan onuru asgariyle ölçülmez.
Bir gün karar vericiler, o portakalı ellerine alıp tartarlarsa; kilosunu değil, bir babanın yüreğindeki ağırlığını ölçerlerse, belki o zaman rakamlar vicdanla buluşur.
Ve belki o zaman, bir portakal yalnızca meyve olur…
Bir kaderin simgesi değil. Hüseyin Okumuş