Anadolu’da güzel bir söz vardır: "Harman dövmek keçinin kârı değil." Ama bazen öyle insanlar görüyoruz ki, kurumun çatısına çıkıp "Bu harmanı ben kaldırdım, bu değirmen benim suyumla dönüyor" diye bağırmaya başlıyor. İşte bu, bireyin kendi egosunu, içinde ekmek yediği kabın (kurumun) üstüne koyma halidir.
1. "Kendini Dev Aynasında Görmek": Sosyolojik Bir Hastalık
Halk arasında buna "makam sarhoşluğu" ya da "sonradan görmelik" denir. Sosyolojik olarak baktığımızda, insan bir grubun (bir şirketin, bir derneğin veya bir vakfın) parçasıyken kendini güvende hisseder. Ancak ne zaman ki "Ben bu kurumdan büyüğüm" demeye başlar, işte o zaman toplumsal bağlar kopar.
2. Felsefi Olarak "Emanet" Bilincinin Kaybolması
Felsefi açıdan bu durumu bir "mülkiyet karmaşası" olarak görebiliriz. Birey, oturduğu koltuğu ya da yönettiği bütçeyi kendi malı sanmaya başlar.
3. "Mezarlıklar Kendini Vazgeçilmez Sananlarla Doludur"
Bu halk deyimi aslında meselenin felsefi özetidir. Bir insan ne kadar zeki, ne kadar çalışkan olursa olsun; bir kurumun asırlık birikimini, onlarca insanın emeğini tek başına temsil edemez.
4. Son Söz: Ocağın Tütmesi Esastır
Bizim kültürümüzde asıl olan **"ocağın tütmesi"**dir. Kişiler gelip geçicidir, ocak (kurum) bakidir. Kendini ocağın üstünde gören, ocağın ateşinde yanmaya mahkumdur.
Felsefi bir olgunlukla bakarsak; gerçek "Ben", bir bütünün parçasıyken anlam kazanır. Tek başına, kurumdan bağımsız bir "Ben" iddiası, köksüz bir ağaç gibidir; ilk rüzgarda devrilir.