
Sözlü tarih çalışmalarım aslında bir masal kitabının kapağını açar gibi başlamadı; tam tersine, dedemin savaş anılarıyla, babaannemin yokluk yıllarında Atatürk’e ikram edilen “ekşili tavuk” hikâyesiyle hayatımın içine sessizce yerleşti. Çocukluğumda masal dinleyecek yaşta olmama rağmen, ben en çok yaşanmışlıkları dinlemeyi severdim. Çünkü gerçek hayatın anlattıkları, kurgudan çok daha zengindi.
1937’nin sonbaharında Atatürk Ege Manevraları’nı izlemek için Aydın’a gelir. Kafilesiyle birlikte Ortaklar’a konuşlanır. O günlerde Hıdırbeyli’ye bir asker gelir; manevranın yapılacağı yeri belirlemek için. Köy halkı ve muhtar onu büyük bir saygıyla karşılar. Manevranın Abdurrahmanlar’da yapılmasına karar verilir, fakat arada bir yol yoktur. İşte tam burada devreye Anadolu’nun hiç eskimeyen bir geleneği girer: imece.
Hıdırbeyli halkı, kadın–erkek, genç–yaşlı bir gecede Abdurrahmanlar’a giden yolu açar. Kadınlar hem askerlere hem Atatürk’e yemek hazırlamak için kazanların başına geçer. En hızlı yapılan, hem düğün yemeği hem misafir ikramı sayılan “ekşili tavuk” büyük bir özenle pişirilir. Atatürk yemeği öylesine beğenir ki, dönüşte köye kendi adına bir teşekkür yazısı gönderilmesini ister. Bu mektup yıllarca köy odasında asılı kalır. Bugün de Germencik Belediyesi’nin coğrafi işaretle tescillediği “Ekşili Tavuk”, yalnızca bir yemek değil; bir tarihin, bir emeğin, bir sevginin simgesidir.
İşte sözlü tarih dediğimiz şey tam olarak budur: Resmi arşivlerde satır aralarında bile göremeyeceğimiz bir insanlık hikâyesini, bir toplumun ruhunu, bir köyün dayanışmasını, bir annenin ateş üstünde pişirdiği yemeğin anlamını kayıt altına almaktır.
Yerel tarih ise geçmişi yalnızca belgeyle değil, duyguyla, kokuyla, sesle anlama çabasıdır. Dedemin savaşı nasıl yaşadığını, babaannemin hangi yoklukla nasıl bereket yarattığını bilmek, sadece aile hafızası değildir; bu toprakların kültürel kimliğinin de bir parçasıdır.
Bugün sözlü ve yerel tarih çalışmaları, kaybolmaya yüz tutan değerleri yeniden görünür kılıyor. Çünkü tarihin gerçek sahipleri, büyük binaların duvarlarına isimleri yazılanlar değil; bir gecede yol yapan, ekşili tavuk pişirip Atatürk’e ikram eden, yaşadıklarını gelecek nesillere aktaran sıradan ama büyük insanlardır.
Geçmişini kayda geçiren toplumlar, geleceğini daha sağlam kurar. Ve bazen bir çanak yemek, bir milletin hafızasında bir köprü görevi görür.